KINIKÇI KANYONU YÜRÜYÜŞÜ
NOT: Yazısını okumayıp sadece resimlerine bakmayı sevenler fotoğrafların üzerine tıklayabilirler.
Seyahat etmenin birçok farklı yöntemini denedim.
Seyahat etmenin birçok farklı yöntemini denedim.
2012 yılında üç arkadaş otostop turu yaptık. İstanbul’dan Didim’e, oradan da Ankara’ya kadar otostop yaparak gitmeyi başardık. Birçok farklı yer gördük ve bir sürü insan ile tanıştık.
2013 yılında bisiklet turu yaptık. Yine İstanbul’dan iki arkadaş bisikletler ile Gökçeada’ya gittik. Bisiklet turu o kadar aklıma yattı ki henüz gerçekleştirememiş olsam da bir “Dünya Turu” bile planladım. Zamansızlık ve imkansızlık yüzünden hevesim kursağımda kaldı. Tabi bu hayallerimi gerçekleştirememiş olmamda bir miktar benim de cesaretsizliğim yok değil.
Daha sonra zaman problemini ortadan kaldırmak için daha hızlı bir ulaşım aracı olan motosiklete terfi ettim. Artık daha kısa zamanda daha uzun mesafe gidebilecek imkana ve araca sahiptim. Hemen planlar yaptım. Mayıs 2016 itibariyle seyahat etmeye başlayacaktım. Fakat bu sefer de iş yoğunluğu nedeniyle haftasonu izinlerini kullanamaz oldum. O oldu, şu oldu, bu oldu derken benim seyahat planları başlamadan bitti. Halbuki gitmek istediğim o kadar yer vardı ki…
Velhasıl, olmadı…
Kısa mesafeli günübirlik seyahatler haricinde pek bir yere gidemedim. Artık hevesim iyice kırılmış ve ben “sanırım beceremeyeceğim” diye ümitsizliğe kapılmaya başlamıştım. Bir müddet eylemsizlik kararı aldım ve İstanbul’u neredeyse hiç terketmedim. Ev ve iş arasında rutin bir döngüye girmiştim. Arkadaşlarımla akşamları veya haftasonları buluştuğum kafeyi de dahil edersem hayatım bu üç nokta arasında akıp gitmeye başladı.
Bermuda Şeytan Üçgeni…
Sonra değerli bir büyüğüm vesilesiyle gözlerim açıldı. Anladım… Anladım ki seyahat etmek bağlılıklarından kurtulmayı gerektiriyordu ve aslında ben hep bir şeylere bağlı kaldığım için seyahat edemiyordum. Yani bisiklet ile seyahat etmek için bir bisiklete, motosiklet ile seyahat etmek için ise motosiklete ve benzin istasyonlarına bağlı kalmak zorundaydım. Oysa ne demişti Rıfat Ilgaz: “Alıp başımı gitmek. Atsız, arabasız. Alıp başımı düşlerin çıkmazından, karışmak taşa toprağa…”. İşte benim yapmam gereken de tam olarak buydu ve bağlı kalmam gereken şeyler ise tertemiz bir zihin, hazır bir sırt çantası ve yanımdan hiç ayırmadığım fotoğraf makinemdi.
![]() |
Odayeri Yaylası Düzce Foto: Özgür Yılmaz |
Dünyanın en hafif ve masrafsız seyahat aracı insanın kendi bedenidir ve eğer seyahat etmek istiyorsan yolcu olmalısın aracı kullanan değil diye düşünmeye başladım. Bu düşünceye sahip olduktan sonra karşıma çıkan ilk fırsatı değerlendirdim. Ağabeyim ve kuzenimin bütün ısrarlarına rağmen daha önce hiç doğa yürüyüşü yapmamıştım. Bu sefer teklif ettiklerinde hemen kabul ettim. Aylar sonra ilk defa İstanbul dışına seyahat edecek ve daha önce yapmadığım bir etkinlikte bulunacaktım. Karadenizli olmam nedeniyle bozuk arazide yürümeye, dik yamaçlarda ilerlemeye çok da yabancı değilim malum. Oba Trek Trekking Grubu ile Bolu’nun işaretlenmiş ilk yürüyüş parkuru olan 23 km uzunluğa ve 6/6 zorluk seviyesine sahip Kınıkçı Kanyonu…
Kınıkçı Kanyonu Bolu 2016 |
Gece saat 23.45’te İstanbul’dan yola çıkıyor, sabah 07.00’da parkur başlangıç noktası olan Kıbrısçık Yolu üzerinde, eski Orman İşletmesi yanındaki Yayla Çayına varıyoruz. Yürüyüşümüz buradan başlayacak ve 23 km sonra Çeltikdere Köyü’nde son bulacak. Parkur başlangıç tabelasının önünde son hazırlıklarımızı yapıp vakit kaybetmeden başlıyoruz. Hepimizin yabancı olduğu bir parkur ve buna grup lideri de dahil. Sabah güneşi henüz vadiye vurmamış ve gece yağan çise otların ve ağaçların dalları üzerinde duruyor. Yanımızdan usulca akan derenin kenarı boyunca bir araç geçebilecek genişlikte toprak yol üzerinde yürüyoruz.
Biraz ileride karşımıza terkedilmiş birkaç ev ve ağıl çıkıyor. Sabahın puslu havası içinde karşımıza çıkan, sessiz ve kimsesiz duran, kısmen yıkılmış bu yapılar yürüyüşümüze mistik bir hava katıyor. Onlardan biraz daha ileride karşılaştığımız ve bölgedeki taşları üst üste dizerek bel/göğüs hizasında C şeklinde oluşturulmuş nispeten küçük alanlar ise tarih öncesinden kalma yapılar gibi duruyor. Bir anda kendinizi eski çağlarda gibi hissediyorsunuz. İlk başta anlam veremesem de daha sonraları bu ilkel yapıların bölgede küçükbaş hayvanlarını hayvancılıkla uğraşan insanlar tarafından hayvanlar için yapıldığını anlıyorum. Hayallerimdeki mistik hava bir anda yerini mantığa ve gerçekliğe bırakıyor. Arazide o kadar fazla taş, kaya var ki, sadece taş kullanarak bölgede bir köy hatta kasaba bile inşa edilebilir.
Kınıkçı Kanyonu Bolu 2016 |
Sonbaharın gelmesiyle sarı renge boyanmış vadiden önümüzde yükselen tepelere doğru ilerlerken aklıma Yavuz BİNGÖL’ün seslendirdiği “Saçlarını taramışsın, sarı renge boyamışsın” isimli türkü geliyor. Bir Anadolu şehri olan Bolu’ nun bu güzelim doğasında yürümenin üzerimde oluşturduğu etkiden olsa gerek sarı renkli otları doğanın saçına benzetiyorum. Sözlerini bilmediğimden mırıldanamıyorum ama türküyü dinlemiş kadar oluyorum yinede. Vadide ilerleyip tepelere yaklaşırken, doğada yürümenin o kadar da zor olmadığını ve neden bu parkura 6/6 zorluk derecesi verildiğini düşünüyorum. Fakat ilerledikçe yol daralıyor. Bir araç genişliğinden bir ATV genişliğine daha sonra da dere kenarı boyunca ilerleyen patikaya dönüşüyor yolumuz. İrili ufaklı taşlarla bezeli bir patika. Patikanın başlamasıyla bizim tırmanışımız da başlamış bulunuyor. Tırmanışın başlamasıyla doğru orantılı olarak etrafımızdaki kayalıklar da yükseliyor.
Kınıkçı Kanyonu Bolu 2016 |
Yaklaşık 10 km yürüdükten sonra tepede mola veriyoruz. Bu 4 saatlik yürüyüşün ardından verdiğimiz ilk molamız. Bir ağacın gölgesine yayılıyor, çantalarımızı ve botlarımızı çıkarıyor ve toprağa basıyoruz. Yalın ayak toprağa basmak yürüyüş boyunca içinde bulunduğumuz doğaya ilk ve gerçek dokunuş. Herkes çantasında getirdiği meyve, çerez, çikolata vs. ürünleri çıkarıp birbiriyle paylaşıyor. Bir ara ama kısacık bir ara sessizlik oluyor.
Çıt ses yok… Çıt yok… Yok!
Ne bir uğultu, ne bir vızıltı, ne bir tıkırtı,
Saf sessizlik…
Mola vermişken modern(!) yaşamın bize kattığı bir alışkanlık olarak telefonlarımıza sarılıyoruz. Fakat!.. Telefonlar çekmiyor. Neyse ki halen çalışıyorlar ve biz de onları fotoğraf makinesi olarak kullanıyoruz. İlk GSM sinyalinde sosyal medyada paylaşılmak üzere fotoğraflar çekiyoruz. Yeteri kadar dinlendiğimizi düşündüğümüzde grup lideri “kalk” işareti veriyor ve yürüyüş kaldığı yerden devam ediyor. Genişten başlayıp gittikçe daralan yolumuzdan artık eser kalmıyor. Taşlı ve kuru otlu yamaçtan aşağıya dere yatağına doğru inmeye başlıyoruz. Elinde GPS cihazı ile grup lideri önde biz arkada, düşe kalka iniyoruz.
1320 rakımdan başladığımız yürüyüşümüz ortalama 600 rakımda Çeltikçi Köyünde son bulacak. Yani her ne kadar inişli çıkışlı olsa da aslında aşağıya doğru bir parkur tutuyoruz. Aşağıya indikçe derenin suyu da artmaya, ilk başlarda yanımızda sessiz sedasız akan derenin sesi artık duyulmaya başlıyor. İlerledikçe manzaramız da artık iyice kanyon halini almaya başlıyor. 15. kilometreye ulaştığımızda artık yorgunluk da baş göstermeye başlıyor. İlk başlarda “kanyon yürüyüşü pek de zor değilmiş” diye düşündüğüm ve neden “zor” olarak nitelendirildiğine anlam veremediğim parkur bana net bir cevap veriyor.
Kınıkçı Kanyonu Bolu 2016 |
Yürüyüşümüz boyunca bol bol kuşburnu dallarından faydalanıyoruz, yine yolumuz üzerinde tek tük bile olsa erik, armut ve ayva ağaçlarına da rastlıyoruz. Fakat hepsi de ham meyveler. Ham meyveyi koparıyoruz dalından ancak ben yiyemiyorum. Ekşi, buruk bir tadı var hepsinin. Meyve ağaçlarının yakınlarında yine hayvanlar için kayaların oyuklarına veya kayalara oyularak yapılan ağıllar var. Kayalıkların yapısı mağara ve oyuk oluşmasına müsait olduğundan insanlar bu alanları koyun ve keçilerine ağıl yaparak değerlendirmişler. Parkur boyunca kanyon duvarlarında oluşmuş irili ufaklı mağaralar, kanyon yamaçlarında oluşmuş peri bacası benzeri taşlar görülüyor. Yani kanyon size taş ve kaya ile sunabileceği her türlü görsel ziyafeti sunuyor. Rotamızın dışına çıkmak istemediğimizden hepsini ziyaret etmiyoruz fakat yolumuzun üstü olanları da es geçmiyor ve daha önce de dediğim gibi “ilk GSM sinyalinde paylaşılmak üzere” fotoğraflar çekiyoruz.
Enfes kanyon manzarası eşliğinde yürüyüşümüz devam ederken arada sıra yolumuz sarp kayalık, dik kanyon duvarı veya geçit vermeyen çay tarafından kesiliyor. Hatta bir ara çoban köpeklerinin gazabına uğramamak için kanyonunun karşı yakasındaki kayalıklardan sadece tek ayağımızın basabileceği taşlara basarak ve ellerimizle diğer taşlara tutunarak geçiyoruz ve yolculuk boyunca ilk defa doğru yolda olduğumuza dair işareti de o kayalıklara boyanmış olarak görüyorum. O an içinde bulunduğum sahne aslında tam bir macera filmi gibi; ben uçurumun kenarındaki kayalıklardan ağır usul ve dikkatlice geçmeye çalışırken karşı kıyıdan bana doğru havlayan üç iri kıyım çoban köpeği, aşağıda akan ve muhtemelen dibi taş ve kayalarla dolu olan bir çay ve bir yandan da hanımı köpekleri teskin etmeye çalışırken “o taşlar sallanıyor, bir tanesi koparsa düşersin, ölürsün” diyerek beni motive eden çoban amca. Bir gerilim müziğimiz eksik anlayacağınız… Neyse ki sağ salim kayalıklardan geçmeyi başarıyorum. Bu başarılı geçişten sonra sevgili felaket tellalı çoban amcaya dönüp kısa bir
konuşma başlatıyorum;
- Nasıl geçtim ama!
- Hee sen kefeni yırttın ama bu geçişlerden çok var
- Onları da oraya vardığımızda düşünürüz amcacım. Buralı mısın?
- Hee, Yuva Köyündenim. Sen nerelisin?
- Orduluyum amcacım. Alışkınım bu araziye.
- Dikkat edin!
Amcayla bu kısa konuşmadan sonra hiç değilse iyi bir haber almak maksadıyla soruyorum; “Çeltikçi Köyüne çok var mı amca?” Amca da bana “Siz oraya akşam ancak varırsınız!” deyip rutini bozmuyor. Eh, yolcu yolunda gerek…
Zaman geçtikçe fiziksel yorgunluğumuz daha da artıyor ve bununla birlikte zihnen de ciddi olarak yoruluyoruz. Zihinsel yorgunluk insanda biraz karamsarlığa sebep oluyor. Doğa artık bizim psikolojimizi de sınıyor. Aklımda “ya bir şey olursa?” sorusu dönüp duruyor. Cüzdanımız, kartlarımız, paramız her şeyimiz yanımızda fakat bir anlam ifade etmiyor. Paranın bir şeyler satın alamayacağı ve doğal olarak anlamsızlaştığı yerdeyiz. Ben yoruldum veya sıkıldım deyip bir taksiye atlayıp veya bir toplu taşıma aracına binip geri dönebileceğimiz bir noktada da değiliz. Tek yapabileceğimiz yürümek ve parkur sonuna sağ salim varmak. Başımıza bir hal gelmesi durumunda tek yapabileceğimiz cep telefonlarımızdan 112 ‘yi aramak. Ulaşmaya çalıştığımız bitiş noktası Çeltikli Köyü ufukta görünmediği her geçen an zihnimiz bizi karamsar duygulara, düşüncelere itiyor. Yürüyüşün başında kayalıklardan, yüksek vadilerden geçerken hiç tedirgin olmazken, sonlarına doğru sanki başaramayacakmış gibi hissettim. Neyse ki o histen çabuk kurtulup yoluma devam ettim. Doğaya karşı bu sınavı da verip yürümeye devam ettim.
Kınıkçı Kanyonu Bolu 2016 |
Kınıkçı Kanyonu Bolu 2016 |
Ne demişti yaşlı bilge Lao Tzu;
“İyi bir gezginin sabit bir planı ve varmaya niyeti yoktur”
Yorumlar
Yorum Gönder