SAPANCA GÖLÜNE TEPEDEN BAKIŞ

Geçtiğimiz haftasonu üç arkadaş motorlarımızla yolculuğa çıkma kararı aldık. Nereye olması gerektiğine yönelik kısa bir kritik yaptıktan sonra Maşukiye'ye gitmeye karar verdik. Benim açımdan gidilen yerin pek bir önemi yoktu. Benim için asıl olan yola çıkmış olmaktı... Uzun süredir aklımda olan bir sürü planın başlangıcı niteliğindeydi bu tur benim için. Nereye olduğunun pek bir önemi yoktu. Daha önceleri de motor turu yapmıştım evet ancak ilk kez İstanbul dışına çıkacak olmanın heyecanı vardı içimde. İstanbul dışında herhangi bir yer olabilirdi. Maşukiye oldu. Güzel de oldu...



Sabahın erken saatlerinde, henüz güneş sıcaklığını hissettirmez, gece ayazının soğukluğu henüz kırılmaya başlamamışken çıkılan bir yolculuk. Takdir edersiniz ki epey soğuk oldu. İlk güneş ışıklarını almaya başlayana kadar soğuğu iliklerimize kadar hissettik aslında hissetmekten ziyade yaşadık desek daha doğru olur. Yol üzerinde verilen ilk çorba molasına kadar ısınmak bizim tek isteğimizdi. Çorba molasını Kurtköy dolaylarında verdikten sonra nispeten ısınmıştık. Çorba içmenin bizim milletimiz üzerindeki maddi ve manevi olarak ısınma hissine karşılık geliyor olması da üzerine ayrıca düşünülmesi hatta bilirkişiler tarafından yazılması lazım gelen bir konudur, o ayrı...

Çorbanın sıcaklığının ardından güneşi de karşımıza aldıktan sonra güneşin doğduğu yöne, hedefimiz Maşukiye'ye doğru yola koyuluyor ve otoyolda motorlarımızın gücü elverdiği süratte yol alıyoruz. "Otoyol" ve "Sürat" kelimelerini burada özellikle belirtiyorum ki, otoyolda yol alırken farkediyorum otoyolun nasıl da insanı hıza teşvik ettiğini. Otoyolların bilhassa etrafında çok fazla ilgi çekecek şeylerin bulunmadığı yerlerden geçtiğini de hesaba katarsak, otoyolda sürmek çok da keyif vermiyor açıkçası. Otoyolda sürüp bir yandan da bunları düşünmemin sebepleri arasında Bekir DEVELİ abimizin Cins Dergisi ilk sayısındaki yazısı elbette. Otoyolun ruhsuzluğunu en iyi anlatan yazı belki de bu diyebilirim. Belki de otoyol hakkında başka bir yazı okumadığımdandır... "Otoyolda Ezan Sesi Duyulmaz" başlıklı yazının bir kısmını buraya alıntı yapsam kızmazlar herhalde. 

Şöyle ki; 
"Artık o öve öve bitiremediğimiz otoyollar var. O yolların kenarlarında yorulduğunuzda sizleri tüm haşmeti ile karşılayan dinlenme tesisleri var. Ne vaat etmiyorlar ki masaj koltukları, açık büfe yemekler, yöresel ürünler, lazerle boyunuzu kilonuzu ölçen aletler ne ararsanız mevcut. Toplum o kadar çok sevdi ki otoyolları artık methederken bile şöyle anlatılıyor:
  • Abi hani o Ulukışla’dan geçerken bi şeker pınarı vardı ya,
  • Eee?
  • Öyle yollar yapmışlar ki oraları falan hiç görmüyorsun bile.. Ulukışla’dan otoyola bir giriyorsun yapıştır gaza, tapa gaz 160-180 Urfa’ya kadar otoyol."
Ama yapacağım çok bir şey olmadığından otoyolda yolculuğuma devam ediyorum, ediyoruz...

Bir müddet sonra Maşukiye'ye varıyoruz...

İlk iş kalacak yer ayarlamak.

Kalacak yer ayarlamak konusunda Ersin diğer ikimizden daha şanslı ve tecrübe sahibi olduğundan kendisinin internet aracılığıyla bulduğu Konak Pansiyon'una kendimizi atıyoruz. Maşukiye'de, Kartepe zirve yolu üzerinde olan bir ev. Yani buralar turizm konusunda ünlenmeden önce muhtemelen evmiş fakat artık pansiyon olarak hizmet vermekte.



Pansiyonun sahipleri Kartepe'nin soğukluğuna rağmen gayet sıcak insanlar. Akşamları Sapanca Gölü manzaralı kafeteryasında oturup çay söylediğinizde size gelen bir çift demlik ve yanında kavrulmuş fındık kadar sıcak insanlar. Ücret olarak da çok fazla bir beklentileri yok. Kişi başı 50 tl karşılığında kahvaltı dahil gecelemek mümkün.


Kalacak yerimizi ayarlamanın rahatlığı ile öğle saatlerinde vardığımız Maşukiye'de biraz dolaşmak niyetiyle çıkıyor ve Kartepe'nin zirvesine doğru sürüyoruz motorlarımızı. Biz yukarıya çıktıkça güneş aşağıya doğru iniyor Kartepe üzerinden. Hava sıcaklığı ise güneşten daha hızlı düşüyor sanki biz yükseldikçe. Bir müddet sonra karlar da yol kenarlarında, orman içlerinde kendini göstermeye başlıyor ve yukarılara doğru daha da yoğunlaşıyor.





Yol üzerinde çok fazla oyalanmadan zirve yoluna devam ediyoruz ki neredeyse bizden hızlı batan güneş ortalıktan elini ayağını çekmeden zirveyi de görebilelim. Malum kış ayları ve güneş gerçekten çok acelesi varmış gibi hareket ediyor.

Zirveye çıktığımızda ne olacağına dair herhangi bir fikrim olmamasına rağmen yukarıya çıkmayı gerçekten önemsiyorum kendi adıma. Anlatımın başında da belirttiğim gibi belki sadece zirveye çıkmış olmayı istiyordum, belki de aradığım bir şey vardı orada. Bilemiyorum... Zirve yolunda emin olduğum tek şey içimdeki zirveye çıkmış olma isteğiydi..


Ve sonunda bu istek de gerçekleşiyor...




Zirveye çıktık çıkmasına ama kayda değer pek bir şey yok. Pek bir şey yok derken aslında meraklısı için yok yok zirvede. Otel, kafe, bar, restaurant, telesiyej, otopark, bolca araç trafiği vs. vs... Kartepe'nin Kartepe olmasını sağlayan şeyler yani. Bu haliyle şehir merkezlerinde kurulan ve yılın her mevsiminde ciddi insan yoğunluğuna sahip AVM'lerden pek bir farkı yok manzarası dışında. Henüz kayak sezonu tam olarak başlamadığı için tam bir kalabalık yok ama mevcut olan nüfus, sezon içinde mevcut olacak nüfusun teminatı niteliğinde. Hatta bunu kuru bir ağaca kurulmuş kuş evlerinden bile anlamak mümkün...




Zamanın darlığı, maddiyatın imkan vermemesi ve biraz da kendimi buraya ait hissedememenin etkisinde Kartepe zirve çıkışını sonlandırıp dönüş yoluna geçiyoruz. İniş her zaman daha keyifli olur zaten. Kıvrım kıvrım yollarda motosikletlerimizle bir sağa bir sola yatarak iniyoruz Maşukiye'ye.


Maşukiye'de akşam yemeği için seçeneklerimiz çok ve hepsi aynı yerde. Alabalık ve Kavurma tavsiye edilen yemeklerden. Fiyatlar biraz fazla gibi ama abartılacak kadar da değil. Sonuçta turistik olarak belirlenen yerlerde hep aynı kural geçerlidir. Meşhur olan pahalı olur.




Bir süredir bisiklet ile yaptığım gezileri şimdi motosiklet ile sürdürmemin en baş sebebi, yeterli zaman bulamamamdır. Bisiklet seyahati için gerekli olan ilk şey zamadır. Eğer yeterli zamanın yoksa var olan zamanı yeterli hale getirebilecek araçlar en iyisidir. Bisiklet süren biri için de motosikletten başka bir araç düşünülemezdi herhalde. O yüzdendir ki artık vaktin dar olduğu zamanlarda motosiklet ile seyahat etmekteyim. Motosiklet ile seyahat etmenin güzel yanlarından biri de mesafe/zaman oranını gözle görülür biçimde düşürmesi. Bu yüzden Maşukiye'de yemek yedikten sonra kahve ve çay içmek için Sapanca Gölü kenarına doğru yol alıyoruz. Sapanca gölü kenarında güzel kafeler ve restaurantlar var gerçekten. Adına bakmaksızın girdiğimiz kafenin adının "Seyyah" olması da ayrıca yüzümüzde bir tebessüm oluşturmaya yetiyor, gecenin soğuğunda içilen sıcacık sahlep de ayrıca güzeldi.


Sabah ilk ışıklarla benim için mucize sayılacak bir olay olmasına rağmen, yatmadan önce "İnşallah güneş doğmadan uyanmış olurum" şeklinde yapmış olduğum dua kabul görmüş olacak ki ezan sesi ile uyanıyorum. Sabah namazımı kılıp, fotoğraf makinemi kaptığım gibi terasta alıyorum soluğu. Sabahın soluğu benimkinden daha soğuk. Güneş henüz görünürlede yok saat 07.00 dolayları. Üzerine sis çökmüş Sapanca Gölü görüş alanımda. Güneş doğana kadar terasta bekleme kararı alıyorum. Ara sıra bu kararımı sorgulayacak kadar üşümüş olsam da yine de bekliyorum. Aradan bir saat falan geçtikte sonra halen güneş doğmuş değil ve ben ciddi anlamda üşüdüğümü hissediyorum. Birkaç kare çektikten sonra soğuk hava galip geliyor ve tekrar odama çekiliyorum.




Saat 10.00 gibi diğer arkadaşlar da uyanıyor ve güzel bir kahvaltının ardından pansiyondan ayrılıyoruz.


Kartepe'de kayak yapmasak, Maşukiye'de ATV turlarına katılmasak, Sapanca Gölü'nde bot gezisi yapmasak, orman içinde yürüyüş yapmasak da dediğim gibi önemli olan yola çıkmaktı...


Dönüş yolunda yarım saatlik bir Ballı Kayalar molası verip "bir ara buraya da gelmeliyiz" kararı aldıktan sonra akşam mesaimize yetişmek için düşüyoruz yollara..


Çamlıca gişelerde rutin polis kontrolüne takılıp arkadaşlarımızdan birinin zorunlu trafik sigortasının olmaması nedeniyle mesaiye geç kalma korkusu yaşamamız haricinde haftasonu gezimiz hakikaten güzeldi..


Uzun zamandır "bir yerlere gitmem gerek" hissini bastırmam için asıl olan yola çıkmaktı...


Halen de öyle...


İşte geziden objektifimize yansıyan birkaç kare...





























Yorumlar