Bursa Köyleri Keşif Bisiklet Turu (Part 1)

Koca bir kış bitti. Bol yağmurlu ve ciddi soğuk bir kış mevsiminden sonra artık bahar ve hatta yaz geldi. Yaz geldi gelmesine ama yine de yağmurların sonu gelmedi diyebilirim. Fakat hava sıcaklıkları mevsim normallerine (meteoroloji deyimiyle) ulaştı. Biz de bu havayı fırsat bilerek, Ramazan ayı gelip bizi yemekten içmekten alıkoymadan evvel bir bisiklet gezisi yapalım, Ramazan ayından önce biraz moral ve temiz hava depolayalım diyerek yola çıkma kararı aldık. Bu sefer bir günlük bir gezi yerine Bursa'nın tertemiz havasında, Uludağ' ın eteklerinde bir kamp yapalım istedik. Düştük Bursa yoluna. BUDO feribotu ile Mudanya' ya, Bursa sınırlarına ulaştık. Mudanya-Bursa yolu üzerinden yaklaşık 50 km'lik bir yol planımız vardı. -dı diyorum çünkü Güzelyalı' da o enfes çorbalarıyla Güler Çorbacısı' nda çorbalarımızı içene kadar yolumuzdan ayrılmayı planlamıyorduk. Her şey o çorbaları içtikten sonra başladı. Evdeki hesap yola uymadı ve çorbalarımızı içtikten sonra Güzelyalı mevkii'nden daldık Mudanya'nın bağ bahçe yollarına. Tabi asfaltın adı bile anılmaz oldu. Fakat zeytin bahçeleri arasından geçen taşlı topraklı yollarda bisiklet sürmenin keyfi de ayrı oldu.


SEYAHAT FOTOĞRAFLARI


Zeytin bağları arasında yaptığımız tırmanışların neticesinde Mudanya'nın Göynüklü Köyü'ne ulaştık. Göynüklü Köyü'ne gelirken Bursa Konakları isimli villa kentin önünden de geçmiş bulunduk haliyle. Serin rüzgarların estiği, gayet güvenlikli, Mudanya'ya tepeden bakan bir villa kent. Tabi yapısı ve hitap ettiği kitleyi de düşünecek olursak sadece Mudanya'ya değil, dar ve orta gelirli insanlara da tepeden bakan bir kent. Üzerinde... şey yani önünde fazla durmadan Göynüklü Köyü'nün zirvelerine tırmanmaya devam ettik. Tepenin hakim noktasına dikilmiş, gayet modern bir mimarisi olan Göynüklü Üçer Camii'nin avlusunda mola verdik. Camii mimarisi ile farklı fakat onu benim nezdimde farklı kılan şey konumu. Daha doğrusu bulunduğu konumun manzarası.




Camii avlusunda bir müddet durup manzarayı seyrettikten, sularımızı tazeleyip üzerimizi değiştikten sonra tekrar yollara düştük. Tabi burada bize kiraz ve mısır ekmeği ikramında bulunan Emin ve Arif isimli abilerimizi anmamak haksızlık olur. Ha birde cevizli ekmek dedikleri ekmekten de ikram ettiler tadımlık. Sağolsunlar... Böyle insanlara rastlayınca insanın hep seyahat edesi geliyor. Her zaman yolda olmak ve bu gibi insanları tanımak istiyor.




Bir sonraki durak Çağrışan Köyü, yolculuğumuzun önemli sapaklarından biri. Üçer Cami'nin yanındaki yokuştan aşağıya sallanarak neredeyse hiç pedal çevirme zahmetine girmeden ulaşabileceğiniz kadar bir mesafede Çağrışan Köyü. Oraya vardığımızda daha yeni mola vermiş olmamıza rağmen, köy kahvehanesindeki yoğun insan katılımını görüp bir çaylarını içmeden yapamıyoruz. Çaylarını içmeden diyorum çünkü Anadolu'da köy kahvesine kask, yelek ve bisiklet ile gelip çay içtiğinizde çay otomatik olarak köylülerin ikramı oluveriyor. Dedim ya böylesi insanları gördükçe hep yolda olası geliyor insanın.




İlk planladığımız rotadan taa en başında saptığımız için yeni rotamız hakkında kısa bir yol tarifi alıp tekrar yollara koyuluyoruz. Bu şekilde sürekli duracak olursak yolun sonu gelmeyecek gibi. Aldığımız yol tarifini çok da anlamamış olmalıyız ki Aksungur Köyü'ne varacağımızı planlarken Nilüfer Köy'e varıyoruz. Keşif turu olarak baktığımız için her gördüğümüz yeni yer farklı deneyimlere, manzaralara ve anılara kapı aralıyor. Alaşar Köy yolunda ilerlerken bir çeşmeye rastlıyoruz. Bisiklet turunda olup karşımıza çıkan bir su kaynağını es geçmek olmaz hele ki çeşmenin başında bir de dut ağacı dikili ise. Çeşme dediğimiz de kendi başına bir dere gibi akıyor mübarek. Dut ağacına çıkıp bir miktar dut topluyoruz. Dutlarımız yerken dut yemiş bülbüle dönmüyor aksine bisiklet ile seyahat etmenin faydaları konulu kısa bir sohbete girişiyoruz. Gittiğimiz yolun hemen yanında bize paralel olarak giden otobandan geçen araçların bu çeşmenin suyundan ve dut ağacının meyvelerinden nasıl da mahrum kaldıklarını, bisiklet ile yolculuk ederek aslında ne kadar güzel şeylere erişme imkanı bulduğumuzdan falan bahsederek dutların ve gürül gürül akan suyun tadını çıkarıyoruz.

Yolculuk hali bu insanın başına ne geleceğini bilmesine imkan yok. Herşey iyi, güzel giderken, biz de Alaşarköy'e varmış ve Demirtaş istikametine dönerken arka dış lastiğimde bir sorun olduğunu hissettim. İnip baktığımda dış lastiğin daha önce aldığı ufak tefek yaraların birinden bombe yaptığını gördüm. İyice açılmış neredeyse iç lastik dışarı çıkacak gibiydi. Hemen bisikletçi araştırmaya koyulduk. Hemen yanımızda bulunan büyük alışveriş mağazalarının birinden çıkıp diğerine giriyor ve dış lastik nerede bulacağımı sorup duruyordum. Bisiklet satıyor olmalarına rağmen bisiklet malzemesi satmıyor hiçbiri. Yani bir kez daha acı bir şekilde anlıyorum ki bu büyük mağazalar insanların ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik değil, yalnızca popüler ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik. Gıda, giyim vs... İşimizi geleneksel yöntemlerle halletmekten başka çaremiz kalmıyor.

Bisiklet tamircisine giderken aklımda tonla soru. Güvenilir mi? Elinde istediğim dış lastik var mı? Turist tarifesi açar mı? vs. onlarca soru. Bisikletçinin mahallesine varınca zaten biraz içim rahatlar gibi oluyor. Mahallesinde bisiklet süren çocuklar, önünde her çeşit bisiklet... ilk izlenim gayet iyi. Muhabbete başlayınca daha da kayboluyor aklımdaki sorular. Hoş sohbet, güler yüzlü Erdoğan abimiz ve onun ailesi birlikte güzel bir bisikletçi dükkanı işletiyorlar. DEMİREL BİSİKLET... Erdoğan abi hemen el atıyor bisiklete bizi idarek edecek bir dış lastik seçiyoruz beraber ve lastiğimiz tamir ediliyor. Aynı zamanda diğer arkadaşlarında ufak tefek aksaklıkları gideriliyor. Vites ayarı, ayna ayarı vs...

Geliyoruz fasulyenin faydalarına.. Erdoğan abi ne kadar borcumuz? diye soruyor ve uzun süre minnet borçlanacağımız, aslında duymayı unuttuğumuz, babacan usta cümlesini duyuyoruz; "Lastiğin parasını ver yeter!" Hani bu kocaman şehir olan İstanbul'da bir ustaya gider fren telinizi sıktırır ve parasını bırakır çıkarsınız ya? Hani restorana gider yemeğinizi yer, parasını bırakırken aslında yemediğiniz ama zaten yapması gereken işi yapan garson içinde hesaba bir miktar para iliştirirler ya... İşte bunlar hep yalan... Erdoğan abi gibi esnaflar da her seferinde bu yalanların içinde yaşadığımız gerçeğini ara sıra dışarı çıktığımızda bize hatırlatıyorlar. Paramızı ödüyor, kiraz ikram ediyor ve müsaadelerini alıp yola koyuluyoruz.




Zaten planladığımız yoldan gitmeyerek zaman kaybetmemizin üzerine bir de bu lastik hengamesi eklenince biz planlanan zaman diliminden baya bir saptık. Daha fazla uzatmanın alemi yok, bir an önce Kestel'e varmalı ve Derekızık köyü'ne ulaşmalıyız artık. Bu düşünceyle Kestel'e doğru devam ediyoruz. Yolculuk artık yer görmekten ziyade kamp kurmayı planladığımız yere ulaşmaya çalışmak olarak şekil değiştirdi. Zaten Bursa kent merkezine de yaklaştığımız için binalar ve araçlar arttı. Kestel'e bir an önce varıp Derekızık Köyü'nde kamp kurma isteğimiz de aynı oranda arttı. Bir müddet E-5 üzerinden, Otoyol'a paralel yolculuk yaptıktan sonra, havanın da iyice düşmesinden dolayı Derekızık yerine Hamamlıkızık Köyü'nde kamp kurmayı kararlaştırdık ve yönümüzü Hamamlıkızık Köyü'ne çevirdik. Ana yoldan ayrıldıktan sonra bir lokantada aç karnımızı doyurduktan sonra Hamamlıkızık Köyü'ne doğru tırmanışa geçtik.

Yolda olmak insana ne getirir bilemeyiz demiştik ya, işte bu seferde arka dişlilerde bir problem ortaya çıktı. En büyük dişli ile jant telleri arasındaki plastik koruyucu nasıl olduysa boşa çıkmış. Onu yerinden sökmek için ciddi ciddi uğraş verdik. Artık bu sorundan sonra sinirlerimiz de iyice gerildi. Yani benim sinirlerim daha fazla gerildi çünkü bisikletim artık yola gitmemek için ne kadar sorun varsa çıkarmaya başladı diye düşünür oldum. Velhasılı Hamamlıkızık yokuşunu 1. vitese geçmeyen bir bisiklet ile tırmanmak zorunda kaldım. Yorucu oldu, nefes nefese kaldım ama bugün hatırladığımda tebessüm etmeden duramıyorum.

Uzun ve yorucu yokuşun ardından Hamamlıkızık Köyü'ne ulaştık, Uludağın eteğinde, Gürsu'ya tepeden bakan bir köy. Köy merkezine geldiğimizde köy kahvesindeki köylülere Derekızık Köyü'nü sorduk. Derekızık Köyü ile Hamamlıkızık Köyü arasında bir dere var ki Uludağ'dan başlayan bir dere. Kışları dereden geçilebilirken bahar ve yaz aylarında eriyen kar sularının dereyi coşturmasından dolayı dereyi geçmek pek mümkün olmuyormuş. Köy kahvesindeki amcaların geçersiniz-geçemezsiniz tartışmalarından sonra dereyi geçmeye, en azından geçmeyi denemeye karar veriyoruz. Köy yollarından dereye doğru pedallıyoruz ama köy yolu dediğimiz bahçe yolu. Merak etmeyin sonunda güzel bir asfalt ve alabalık tesisi var.

Dereyi geçemeyeceğimizi anlıyor ve kamp kuracak bir yer aramak için yola devam ediyoruz. Yolun ilerisinde dereyi geçen bir köprü çıkıyor karşımıza ancak baya bir aşağıya inmiş olduk. Hava da kararmaya yüz tuttu. Köprü Yıldırım ilçesine bağlı Karapınar adlı bir köyü geçiriyor bizi. Köyün merkezine doğru sürüp biraz mola vermek istiyoruz. Biraz da çevreyi anlamak, kamp için güvenli ve uygun olup olmayacağını öğrenmek için. Camii'nin yanında beklerken köyün çocuklarının aşırı ilgili* ve eli uzun** olması, geceyi burada rahat geçiremeyeceğimiz hissini uyandırıyor bizde. Hava iyice kararmış olmasına rağmen yola devam etme kararı alıyoruz. Gürsu'ya doğru iniyoruz bisikletlerimizle. Artık yolculuğu çileli kısımı başlıyor. Gürsu'ya indiğimizde yolumuz üzerindeki bir Jandarma Karakolu'ndan tavsiye istiyoruz nerelerde geceleyebiliriz diye.

"Yukarıdaki köyde konaklamayın da nerede konaklarsanız konaklayın" diyen jandarma kardeşimiz duygularımıza tercüman oluyor resmen. Şehir parkı olduğunu öğrenince gidiyoruz merkeze doğru, bu işi bir de polise sormakta fayda var diyor ve bu sefer de polis karakoluna gidiyoruz. Polisler bize "kent ormanı piknik alanında kalabilirsiniz ama güvenlik ne der bilemeyiz" diyorlar. Bir de sanki kötü bir şey yapıyorlarmış, sanki bize yardım etmek suçmuş gibi "bizim söylediğimizi kimseye demeyin" diyorlar. Anlam veremiyoruz bu tepkilere ve ayrılıyoruz polis merkezinden.

Ne yapalım ne edelim diye kısa bir istişare yaptıktan sonra, sonunda ne olduğunu ya da olacağını bilmediğimiz bir kent ormanına gitmektense kent merkezine gitmeyi tercih ederiz sonucuna varıp Bursa istikametine doğru sürmeye başlıyoruz. Bir gözümüz yolda diğer gözümüz yol kenarında, kamp yapabileceğimiz uygun bir köşe arayarak yolumuza devam ediyoruz. Bu zamana kadar yaptığım bütün kamplı turlar, gezilerden öğrendiğim bir tek şey var ise o da; kampı gün batmadan kurmak gerektiğidir. Henüz göz görüyorken kampı kuramadığım her günün gecesi bu şekil çile ile hatırlanıyor benim tarafımdan. Ama yine de bu durumun ile kendi içinde bir cazibesi yok değil. Yukarıda da dediğim gibi her ne kadar çile çekmiş olsamda bu günleri hatırladıkça tebessüm etmeden duramıyorum.

Bu nevi düşüncelerle sürerken Bursa merkeze doğru, bir an sağda bir camii farkettim. Arka tarafında ağaçlı bir parkı bulunan. Tam o sırada da yatsı ezanı okunmaya başladı. Gittik o camiinin yanına. Abim namaz için Eyüp Sultan Camii'ne girde bizde Ali ile bisikletlerin başında bekledik. Velhasılı Eyüt Sultan Caminin dernek başkanı arazinin camiye ait olduğunu ve kamp kurmamızda sorun olmayacağını söylemiş. Hiç vakit kaybetmeden çadırlarımız için en uygun yeri bulup hemen kurulduk. Uzun ve yorucu bir gün oldu ama değdi diye düşünürken bize kamp yeri göstermeyen polis teşkilatımız bu sefer çadırlarınızı buradan kaldırın diye başımıza ekşimeye geldi. İlk önce ihbar var diyen memurlar daha sonra bu alanın düşündüğümüz kadar güvenli olmadığını, bizi daha güvenli bir alana yönlendireceklerini söylediler. Zaten polisler gittikten hemen sonra kamp kurduğumuz alanın birkaç metre ötesinde bir çeşit uyuşturucu ile uğraşan gençler polislerin açıklamalarını destekler gibiydi. Hemen kaldırdık pılımızı pırtımızı tekrar yola koyulduk polis amcaların bize tarif ettiği yere doğru. Güzel bir yer bulduk diye sevinirken tekrar yerimizden olduk.

Polisin bizi yönlendirdiği yer bizim kamp kurduğumuz yerden neredeyse daha ıssız bir yer ama gayet düzenli görünüyordu. Hastahanelerin, sitelerin arkasında bir park. Büyük çınar ağaçlarının olduğu, çeşmelerin olduğu bir park. Parkin içinde bir de kafe var, gerçi biz vardığımızda kapatmak üzerelerdi ama park konusunda biraz bilgi alma fırsatımız oldu en azından. Rahatsız eden olmaz, sıkıntı yaşamazsınız vs. şekilde bizi bilgilendirdikten sonra bey amcamızınz "benim söylediğimi kimseye söylemeyin" deyişi bize Gürsu'daki polisleri hatırlattı. Yahu bu millete ne oluyor da polisinden, vatandaşına herkes bize yardımcı olmaktan bu kadar çok korkuyor anlamıyoruz. Acaba diyorum Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı çok zalim bir adam veya Bursa Valisi çok zalim bir adam da onun için mi tedirgin bu millet? diye düşünmeden edemiyoruz. Bu türlü düşünceler ve konuşmalar yaparak biraz kendimizi eğlendirip o sırada çadırlarımızı da güzel bir çınar ağacının altına kuruyoruz. Buradan bizi kimsenin kaldırmayacağını umuyor ve hiç vakit kaybetmeden uyku moduna giriyoruz.

Siz 1. Gün objektifimize yansıyanlara bakıverin

Yazının Devamı Gelecek.... Videosu da Gelecek :)













Yorumlar