SAKİN SAKİN İSTANBUL

Herkes İstanbul'un doğadan uzak olduğunu düşünür ve nefes almak için İstanbul'dan kaçmak gerektiğini düşünür. Oysa ki İstanbul'da doğa ile başbaşa kalabileceğiniz yerler çok uzak değildir. Az bir mesafe kat etmeniz yeterli gelecektir üstelik bu mesafeyi katetmek için arabanıza ihtiyacınız da yoktur. Pekala bisiklet ile ulaşabileceğiniz mesafelerdir. Biz de bu düşünce içerisinde Arnavutköy taraflarına pedalladık ve Pirinçci Köyü, Kemerburgaz, İhsaniye Köyü, Bolluca Köyü, Boğazköy üzerinden tekrar Pirinçci Köyü'ne ulaşacak şekilde sakin bir bisiklet turu düzenledik.

Pirinçci Köyü'ne varana kadar şehrin basık havasından kurtulamadık. Her zamanki şehir sabahlarından biri gibiydi. Hafif puslu bir hava ve bolca gürültü. Pirinçci Köyü sınırlarına yaklaştığımızda doğa hoşgeldin hediyesi sunar gibi doldurdu ciğerlerimizi bol ve saf oksijen ile. Çay molası verdiğimiz köy kahvesinde meraklı ve biraz da olsa sorgulayıcı bakışlar köy ahalisi tarafından üzerimize yöneltildi ama çağlar öncesinden beri emanet sembolü olan "selam" bakışları değiştirdi. 



Çaylarımızı yudumlayıp soğuk havanın etkisini bastırmak için içimizi ısıttıktan sonra tekrar yola koyuluyoruz. Mevsim sonbahar... Ağaçlar bütün çıplaklığı ile yolumuzda boy gösteriyorlar. Bahar aylarında yapraklarının sıklığından dallarının detaylarını göremediğimiz bu ağaç köy çıkışında el sallıyor bize "turunuz kolay, yolunuz açık olsun" dercesine. Saygı duyuyoruz... Onu da turumuza şahit tutup fotoğraflıyoruz.. Baharda görüşmek üzere ulu ağaç..



Daha önce yaptığımız turların aksine bu sefer her zaman gittiğimiz yollardan gitmeme kararı alıp dalıyoruz patika bir yola. Hemen aşağımızda uzanan otobana nispet belki... Zamanında çayırlık araziden bir veya birkaç aracın geçmesi nedeniyle oluşmuş bir patika... Yer yer çamur kaplı.. Lastiklerimiz daha önce hiç bürünmediği renklere bürünüyor bu yoldan geçerken... Bisiklet ile yapılan yolculukların turların getirisi ve avantajlarından biri de bu olsa gerek. Lastiğinizin bastığı zemin sert ve düzgün olduktan sonra asfalt veya toprak olmasının fark etmiyor olması... Ağır usul devam ediyoruz mümkün mertebe taşıt trafiğinden uzak yollar tercih ederek. Taşıt trafiğinden ne kadar uzak o kadar verimli ve kayda değer yolculuk...



Keyfilmize diyecek yok...




Ne araç var ne gürültüsü... Medeniyete dair tek iz işte bu üzerinde yol aldığımız tekerlek izleri.. Ama biliyoruz ki İstanbul'dan fazla uzakta değiliz yinede... Bu yüzden ya zaten bu yazıyı kaleme almamız. İstanbul'dan çok uzaklaşmadan dahi böylesine doğa ile iç içe bir gezi gerçekleştirebilmek... Sakin Bisiklet anlayışına denk bir şekilde sakin sakin... 

Yolculuğumuzun köşe gönderlerinden biri İhsaniye Köyü. Bu gibi yolculukların hayat kaynağı çeşmeler. O çeşmelerden birine rastlıyoruz İhsaniye yakınlarında. Yol üzerinde gelen geçene tabir yerinde olursa Ab-ı Hayat kaynakları... ve her yapılan iyilik gibi suistimal edilmiş olmalı ki üzerine kırmızı boya ile "Araba Yıkamak Yasak" yazılmış.



Üzerinde tek yazan elbette bu değil. İki tane de maalesef ki okumayı bilmediğimiz osmanlıca kitabesi var. Hayır sahibine dua istediğini düşünüyor ve ruhuna (ahirete göçmüş olduğunu varsayarak) Fatiha okuyor ve sularımızı doldurup yola devam ediyoruz. Yola devam ediyoruz dedik ise bu yol asfalt olarak anlaşılmasın daha önce de söylediğimiz gibi lastiklerimizin girmediği renk neredeyse kalmadı.. Ee buna tabi yeşil de dahil...







Bazan asfalt, bazan çamur, bazan da çimende sürdük bisikletlerimizi. Bu şekilde devam ederken sakin turumuz yolda bizi düşünmeye sevkeden anlar oldu. Bisiklet icat edilmeden önceki zamanlara gittik bir an. Atların bisiklet niyetine kullanıldığı hatta bisikletten daha fazla alanda kullanıldığı zamanlara. Şimdi ne olmuştu atlar? Sahiden, şehirde rutin günlerimizi, anlarımızı yaşarken ne kadar aklımıza gelir atlar? Teknolojinin ve buna bağlı olarak ulaşımın kolaylaşması ve gelişmesinden bu yana ne kadar düşünür olduk atları? Ganyan oynayanları bundan tenzih ediyorum. Onlar mümkün olan her an düşünürler atları ve tabi binicilerini... Atlar artık ganyan konusu olmaktan öteye geçebiliyor mu? İşte bu düşüncelere neden olan an otlakta otlamakta olan atları gördüğümüz andı...



Tarih boyunca üzerlerine düşen görevleri layıkıyla yerine getirmiş ve artık huzur içinde otlayan atlar. Yeri gelmiş savaşlarda insanların çıkarları uğruna ölmüş, yeri gelmiş insanların gücünün yetmediği yükleri üstlenmiş, yeri gelmiş sahibinin hayatını kurtarmış uğruna atasözleri, şiirler, hikayeler, filmler düzülmüş atlar... Şimdi bütün bunlardan uzak mevsimin belki son çayırlarından nasiplenebildikleri kadar yemeye çalışan atlar... Onlar görevlerini teknolojiye başarıyla devretmiş fakat insanoğlu onlara hakettiği değeri halen verememiştir. İşte tam karşımızdalar...


1817'den bu yana gelişe gelişe günümüze kadar gelmiş olan "demir atlar"ımız ve belki dünyanın yaratılışından beri insanlığın hizmetinde olan atlar karşı karşıya. Biz onlarla bu kadar ilgilensek de onlar çayır ile daha haşır neşir olmakta çünkü bu çayırı önümüzdeki bir kaç ay bulamama ihtimalleri var. Bu tür düşünceler içinde yola koyulduk çünkü nihayetinde hepimizin yetişmesi gereken bir maraton, bir keşmekeş, bir şehir hayatı vardı. Ama yine de bu olağan üstü canlılarla hatıra fotoğrafı çekinmekten alamadık kendimizi...


Gezimizin yavaş yavaş sonuna geldiğimiz şehre yaklaşmamızdan anlaşılıyordu. Bu yeşil ortam yerini binalara, tertemiz hava yerini puslu havaya, toprak yollar yerini asfalta, atlar yerini egsozundan karbon kusan araçlara bırakıyordu... Bu sakin turumuza başladığımızdan beri doğada var olan hemen hemen her renge bürünen tekerleklerimizi yıkamak için Pirinçci Köyü çıkışında/girişinde var olan tertemiz doğal kaynak suyundan istifade ettik. Bu belki doğa ile olan bugünki son etkileşimimizdi... Doğa tekerleklerimizi bürüdüğü türlü türlü renklerden yine kendisi arındırdı yani. 

Sonra ne mi oldu?..

Şehre geldik...

Yorumlar