KARAGÖL YAYLASI ve GÖLETLER

Kınıkçı Kanyonu yürüyüşü ile doğa yürüyüşlerine tek kelimeyle "muhteşem" bir başlangıç yaptığıma inanıyorum. O kadar ki birlikte yürüyüşe gittiğim Oba Trek grubunun facebook sayfasında yeni bir etkinlik paylaşıldığını görüyorum. Sıradaki etkinliğin adı...

"Taraklı Karagöl Yaylası 7 Yayla 5 Gölet"

Kesinlikle varım!..

Yine bir Pazar. Sonbaharın henüz gelmekte kararsız kaldığı bir gün. Yola çıktığımız İstanbul'da hava kapalı, karamsar, zaman zaman ağlamaklı inceden, çaktırmadan. Katılım çok iyi yaklaşık 60 kişi her iki kıtadan birer araç olarak yola çıkıyoruz. Sakarya Taraklı'ya doğru... Hep gitmek istediğim, Türkiye'nin 'Sakin Şehir' lerinden biri. Taraklı yol ayırımını geçiyoruz ve araçlarımız tırmanmaya başlıyor. Uzun ve sarsıntılı tırmanışlarından birini daha gerçekleştirdikten sonra başlangıç noktamız olan Karagöl'ün kenarına ulaşıyoruz. Hava burada da çok farklı değil. Halen kapalı, karamsar... Fakat ağlamıyor gibi artık. Kurumaya mahkum 'kızılot'ların (eğrelti otu) arasından yürüyüşümüzün ilk adımlarını atıyoruz. Diğerleri için küçük olabilir fakat benim için büyük adımlar bunlar. Dünyadaki kariyerinin ilk adımlarını atan çocuğun heyecanı gibi heyecanlıyım. Önümüzde Sakarya ve Bolu sınırı arasında zikzak dokuyan, kıvrım kıvrım ilerleyen stabilize yol bize neler gösterecek merakındayım.

Karagöl Yaylası Yürüyüşü, Taraklı
Sakarya
2016

Sonbahar henüz çökmeye başlamışken ağaçlara kanyon yürüyüşünün yanında daha basit kalan yayla yürüyüşümüzü sürdürüyoruz. Birbirine stabilize yol ile bağlı yaylaları geçerken zaman zaman kendimi Orta Asya coğrafyasında hissediyorum. Yazları ne kadar hareketli olduğunu bilemediğim, yıllarca kimse uğramamış gibi duran yayla evleri arasından geçerken çekebildiğim kadar çok fotoğraf çekmek isteği oluşuyor içimde. Fakat asık suratlılığını saklamayan gökyüzü nur gibi parlak güneşinin önüne bir perde çekerek bastırıyor doğanın canlı renklerini. Her şey ne kadar da mat, ne kadar da yalnız. Sanki insanlığın sonu gelmiş, bizler de sonu gelecek olanlar olarak sonumuza doğru yürüyor muşuz gibi.

Klavuzlar Yaylası, Taraklı
Sakarya
2016

Yer yer bozkır arazide, yer yer de bodur çam ağaçları arasında yürüyüyoruz. Hava bize haksızlık ettiğini düşünmüş olacak ki karamsarlık perdesini aralamaya ve güneş ışığının yeryüzüne inmesine müsaade ediyor birazcık. Artık biraz daha canlı renkler görmeye başlayabiliriz. Güneşin tebessümü içimizi ısıtırken ekip arasındaki sohbet biraz daha canlanıyor ve daha yüksek sesler ve gülüşmeler yankılanıyor yamaçlarda. Sohbet, muhabbet, gülüşmeler, fotoğraf çektirmeler derken üç yayla üç gölet geçmiş bulunuyoruz ve artık güneş de bize nazlı nazlı eşlik ediyor havanın puslu perdesini yırtabildiği kadar. İlk molamızı ilk göletimizin manzarasında vermiştik ikinci molamızı Kaşıkçışeyhler Köyü'nün girişinde veriyoruz. Molaların vazgeçilmezi, enerjilik çerezler atıştırılıyor. Yürüyüş boyunca çok az kullanıyorum stabilize yolu. Genellikle yolun dışında toprağın üzerinde gitmeyi tercih ediyorum. Her nedense yol üzerinde yürümek beni arazide yürümekten daha çok yoruyor ve bezdiriyor (ki bunun kilolu biri olmamla hiç bir ilişkisi yok taam mı!). Toprakta yürümek halıda yürümek hissi veriyor yani daha çok halıda ayakkabıyla yürümek hissi.

Kaşıkçışeyhler Köyü, Göynük
Bolu
2016

Sultanpınar Yaylası'nda kurulu Kaşıkçışeyhler Köyü'nden geçerken göl kenarında amiyane tabiriyle demlenen birkaç kişinin yanından geçiyoruz. Daha doğrusu yol onların yanından geçiyor ve biz de yola tabi oluyoruz. Aracı çekmişler göl kenarına, oltaları yan yana dizip salmışlar göle, bir kenara da kurmuşlar çilingir sofrasını... neyse! Halbuki mekan düşünmeye, tefekkür etmeye o kadar müsait ki, insanın böylesi bir yerde zihnini toplayıp fikir üretmek yerine neden zihnini dağıtıp çöp ürettiğine anlam vermem zor. Biraz ileride birbirinden ayrı düşmüş grup üyelerini tekrar bir araya toplamak için ayaküstü kısa bir mola veriyoruz. Bizim tatlı, hoşsohbet grup üyelerimiz tekrar bir araya geldiklerinde Sultanpınar Yaylasından bir sonraki yaylaya yani son yaylamıza doğru yürüyüşümüze devam ediyoruz.

Sultanpınar Yaylası, Göynük
Bolu
2016

Bu yolculuğun benim için bonusu yani ikramiyesi, ödülü (bonus kelimesi o kadar yerleşmiş ki dilime onun yerine hangi kelime kullanılır unutmuşum veya hiç bilmiyordum) şüphesiz ki Sultanpınar Yaylasından, Acelle Yaylasına giderken karşıma çıkan, etrafı dikenli telle çevrili mezarlar oldu. Üstelik mezar taşı niyetine baş uçlarına dikilen taşlarda ne bir isim, ne bir işaret vardı. Bir deste belki bir düzine isimsiz mezar. Burada yatanlar kimdir, kimin nesidir halen daha merak ederim. O esnada etrafta soracak birilerini aradı gözlerim ama kimse yoktu. Sakarya'nın, Bolu'nun yaylalarının zirvesinde, başucunda isminin bile yazmadığı bir kabirde yatmak. Ne zaman doğdun, ne zaman öldün, adın ne idi, namın ne idi, meşrebin ne idi? Cevapsız kalan tüm bu sorular... Şöyle söylesem daha doğru mu olur? Cevabı bu dünyada kalan tüm bu sorular... Öldükten sonra anlamı kalmayan, bu dünyaya ait sorular... Öldükten sonra isminin, cisminin bir öneminin olmadığını anlatan, bunu anlamamı sağlayan bu mezarlar, bu mezar taşları benim için gezinin, yolculuğun en önemli noktasıydı. Anlamı, ödülü, ikramiyesi, bonusu... Ne deniyorsa işte... Bazısının içi kazılmış gibiydi, ya bir yakını nakletmek için kazdı veya insanların insanlığa en uzağı gelip hazine için kazdı. Kaldı ki bir kabirden kazarak işine gerçekten yarayacak bir hazine çıkaramazsın fakat bakıp düşünerek asıl gerçek hazineyi çıkarabilirsin. Bir mezardan çıkarabileceğin en değerli hazine bu hayatın değersizliği, boş ve geçiciliğinden başka bir şey değildir. Umalım ki ilk ihtimal olsun.

İsimsiz Mezar Taşları - Sultanpınar Yaylası, Göynük
Bolu
2016

Yürüyüşün sonlarına doğru artık havanın karamsarlık perdesi iyice kapandı, güneş yerini sise devretti. Artık sisin hüküm süreceği saatler geldi. Doğa hiç hissettirmeden görevliler arasında vardiya değişimini gerçekleştiriyor. İlk zamanlarda yaylaların yamaçlarında yankılanan sohbet yerini sessizliğe bıraktı. Yorgunluğun "ben geldiiim" demeye başladığı anların ağırlığı altında herkes ha gayret diyerek bitiş çizgisine ulaşmaya çalışıyor artık. Bu gayret tabi ki boşuna değil bizi orada bekleyen bir araç var ve araç kaptanımızın hazırladığına tüm yürekten inandığımız sucuklar... Ki ümitlerimiz boşuna değildi. Parkuru bitirdiğimizde sucuklarımıza kavuştuk. "Ümitlerimiz" demişken Ümit Tetik ağabeyimizin bu kalabalık gruba çok da pratik bir şekilde kestane kebabı hazırlaması sucuk ekmeklerin üzerine kaymaklı ekmek kadayıfı gibi geldi. Kastamonulu olmanın verdiği yaradılıştan gelen bir özellik midir yoksa tamamiyle pratik zeka ürünü müdür bilemem fakat çok iyi bir yönteme sahip. Tabi ki bu yöntemi burada anlatmayacağım...  :)

Yürüyüş Sonrası Sucuk Keyfi, Acelle Yaylası Sakarya2016

Buraya kadar benimle gelip eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim.

Şimdi eve dönme vakti...

Yorumlar